KİTAP OKUMAYI NASIL SORGULADIĞIMIN HİKAYESİ
Anne-babası 70-80'li yıllarda islamcı olmuş her çocuğun
evinde, birbirine yakın eserler bulunur.
Çoğu Arap dünyasından tercüme eserlerdir bunlar. Seyyid
Kutup, Muhammed Kutup, Mevdudi, Hasan el-Benna, Ali Şeriati, Fethi Yeken,
Abdulkadir Udeh ve daha niceleri.
Genel itibariyle "İslam devleti, halkın cehaleti, davet
yöntemi, kafirlere karşı tavır, cihad, şehadet, direniş, mücadele vb." konular
içerir. Söylemler bi hayli serttir. O dönem herkes serttir zaten. Doğrular
tektir. Farklılıklar makbul değildir.
Bir yanda geçmiş İslam alimlerinin eserleri, diğer yanda
Arap dünyasının tercüme eserleri, içimdeki o boşluğu gitgide derinleştirir. Onca
şey yapsak da hepsi boş gibi, hayatı Allah için yaşamak buralarda mümkün değil
gibi, Arap dünyasında onca alim-ulema varken bu ülke kupkuru bir çöl gibi.
Bu sadece benim çıkmazım değil. Ciddi olarak okuyan ve
düşünen birkaç arkadaşım da aynı çıkmazda.
Araplar, (sözümü mazur görün) kıytırık bir hocaları için
bile isminden önce "Faziletli şeyh allame fakih muhaddis" falan filan
diye iki paragraflık övgü düzerken, bizde kaç tanesini yıllarca okutacak
hocalar, sakalsız, nursuz, uğursuz bir "akademisyen" oldu sadece.
Cumhuriyetin attığı kazıklardan biri elbet, bizdeki
"âlim" profilini öldürmesi.
Peki aynı cumhuriyetin en baskıcı olduğu devirlerde, tercüme
faaliyetlerinin hızla ivme kazanmasını ne ile açıklamalıyız?
Babam çok faal bir hocaydı. Evimize her bölgeden müslümanlar
misafir olurdu. Biz pek çok yere seyahat ederdik. Bi dünya hoca efendinin
dersine katıldık. Ama ben o dönem Osmanlıyı hayırla yâd eden birine
rastlamadım. Sözü geçtiğinde daima dudak bükülür, hatalardan bahsedilirdi.
Elmalılı'yı anlamaktan âciz insanlar, Kuran'ı
"Tefhim" ve "Fi Zilal" söyleminden ibaret sanıyorlardı.
İbni Kemal Paşa Zade'ler, Birgivi'ler, Ebu's-Suud
Efendi'ler, Babanzade Ahmed Naim'ler ve daha niceleri.
Sahi neden kimse söz etmedi, bana ait değerlerden? Neden bu
isimleri bulmam, yıllarımı aldı?
Neden gençliğim; "burada" yaşayamayacağımı
düşündüğüm İslam ve "burada" elde edemeyeceğime inandığım ilim
özlemiyle oradan oraya savruldu?
İdeolojik İslamcılıktan kıl payı kurtulmam, öncelikle
Rabbimin yol göstermesi sonra da Zühd ve tasavvuf kitaplarının vesilesiyle
olmuştur.
Çok sevdiğim İbni Kayyım'ın eserlerini de anmasam olmaz
burada. Cennetteki Hayat, Kalbin İlacı, Sabredenler ve Şükredenler" liste
başı o günler. "Medaricu's-Sâlikin'e ulaşamama ise hâlâ çok var.
16 yaşımdan sonra başucumdan bu eserler hiç eksik olmadı
hamdolsun. Ve hayatıma ışık tutan o zahidlere vefa olarak 18 yaşımda iken
"Zühd ve Ahlâk" isimli derleme çalışmam yayınlandı.
O dönemden sonra fikir kitaplarıyla uzun soluklu bir
temasım olmadı. Edebiyat, şiir ve psikoloji okuyordum daha çok.
Ham maddeyi düşünebileceğime dair bir umut belirmişti
içimde. Fikir kitapları zaman zaman ufuk açıcı olabilir, bunu inkar edecek
değilim. Ama beni çekip çevirecek, o kulvardan bu kulvara sürükleyecek bir
mahiyette olmamalıydı.
Çünkü fikirler değişir, kapıldığımız akım uğruna
yıllarımız heba olur. Ama asıllar değişmez. Gerçek ilim, asıl olandır. Fikir
ise sensin, benim, o. Birbirimizi yüreklendiriyor muyuz, yoksa ideolojilere,
fikirlere mahkum mu ediyoruz, bu mühim.
Fikirler bir zaman sonra asıl olan ilmin önüne geçiyor ve
yerinde saymanın en aldatıcı yollarından biri haline geliyor.
Seyyid Kutup'un tefsirini baştan sona okuyabiliyor pek
çoğumuz. Ama Razi'yi, Elmalılı'yı kimsenin gözü yemiyor. Cehaletimizin de
farkında değiliz "Bi dünya gereksiz şey var o tefsirlerde." Ne gibi
güzel kardeşim? "İşte felsefe, bilim, metafizik, astronomi vs" Aferin
sana! İşte böyle böyle yerimizde sayıyoruz.
Kitap okuyarak aptallaşıyoruz. Hep aynı şeyleri okumak
bize hiçbir şey katmıyor. "Allah'a kul olalım, Peygambere ümmet olalım,
Allah'ımız ne güzel yaratmış." Çiçek böcek formatında ve vaaz tadında
devam ediyor tefsir anlayışımız.
Olmasın mı, o da olsun. Ama sen ilim talebesi isen bu
gidişatla bir yere varamayacaksın.
Okumaya devam ediyorum ama artık acıkır gibi, susar gibi
değil. Duruluyorum belki de.
Usül okuyorum, kelam, akaid, sosyoloji, felsefe vs. Ama
hep dönüp dolaşıp Zühd kitaplarıma varıyorum. İçimde gizli bir sufi var.
İnanıyorum, inanmak beni rahatlatıyor, çalkantılarıma iyi geliyor. Kitaplarım
kadar seccademi, tesbihimi de seviyorum artık. Evet yaşanabilir bir şeyler var.
Uzakta değil burada, yanıbaşımda.
Yok hikayenin sonunu bir tekkede bitirmeyeceğim.
"Önceleri tasavvufun adı yoktu, kendisi vardı. Şimdi
ise adı var, kendisi yok" sözüne tüm kalbimle inanıyorum. Ama nefsi
tezkiye, kalbi tasfiye, riyazet vs nasıl inkar edebilirim ki bunca hakikati?
Onlar olmadan nasıl "ol"abilirim?
Kahrolası şiirler, aşka inandırdı beni. Ve dinden
düşünceye, hayattan memata her şeyde bir "aşk" arar oldum.
Artık İslamcılar arasında pek de makbul biri değilim.
Bir gün bir hoca efendi evimize misafir oldu. Biraz
sohbet muhabbetten sonra kitaplığa bakıp "Kavga etmiyorlar mı
birbirleriyle?" dedi.
Çünkü hadisler, tefsirler, usuller bir tarafta, tasavvuf,
felsefe, sanat, edebiyat ve benzeri eserler tam karşılarındaydı.
"Yok" dedim. Zira kitaplar kavga etmezler,
kavgayı çıkaran biziz.
Tek tip bir kitaplığı, dahası tek tip bir aklı anlamakta
daima zorluk çektim. Bu, belki biraz da yol göstericilerle ilgili. Malum İslâmî
camianın büyükleri, tebealarına daima "onayladıkları kitapları"
tavsiye ediyorlar. Başlangıç için bu belki anlaşılabilir bir durum. Ama 30 yıl
geçse de adamın hayatına yeni bir fikrin, karşıt bir düşüncenin girmesinden
korkuyor pek çoğu.
Oysa "akıl ve sağduyu" o kadar da yabana
atılacak şeyler değil. Bir görüşü okumakla dinden çıkmazsın, sapık olmazsın.
Asıl düşünceni sağlam kılmak istiyorsan, onu önce bozup parçalamayı, sonra her
parçayı yeniden yerli yerine koyabilmeyi denemelisin. Bir motoru dağıtıp toplar
gibi. Bakalım şimdi de aynı şekilde çalıştırabilecek misin? Zira sorgulanmamış
hiçbir düşünce, sana ait değildir.
Bir kimsenin fikri yapısıyla ilgili malumata ihtiyacım
varsa, ilk önce kitaplığına bakarım. Çünkü insanlar genelde kitaplığı
aşamazlar.
"Sapık kitapları alt dolaba koyuyoruz" diyeni
de gördüm. Hiç eve almayıp ateşe vereni de.
Sahi İbni Arabi ile İbni Teymiyye'nin yanyana durması
neden rahatsız eder bir insanı? "Ama İbni Teymiyye, İbni Arabî'yi tekfir
etmiş."
Etsin, banane? Bu benim kavgam değil ki.
İbni Teymiyye'ye sapık diyenler var diye onu da mı
harcamalıyım şimdi? Peki böyle böyle elimizde kim kalacak, ne kalacak?
Bütün İslami meseleleri, alimleri ve hatta ashabı,
siyeri, "yönlendirilmiş" olarak okuyoruz, farkında mısınız? Sen bir
selefi isen, hep o cepheden bakıyorsun müktesebata. Senin âlimlerin,
sahabelerin hep "selefi".
Sen bir sufi isen, sana göre de bütün övülen şahsiyetler
"sufi".
Falanca sevdiğim alimi neden seviyorum, biliyor musunuz?
"Benim gibi" düşündüğünü "sandığım" için. Oysa cahilin
tekiyim. Onun tek yönünü görüyorum. Dahası kendimden başka bir şey görmüyorum
onda. Es kaza farklılıklarından haberdar olsam, ya o şahsiyeti defterden
siliyor yada ona ait rivayeti inkar yoluna gidiyorum.
Sahabenin aynı düşündüğünü sanıyorum. "İhtilaf"
deyince Cemel ve Sıffin'den öteye gitmiyor aklım. Oysa sahabe ihtilaf etti. Hem
de her şeyde. Kuran'da, hadislerde, akaidde, fıkıhta, siyasette. Allah
hepsinden de razı olsun.
Ehl-i Sünnet için Mu'tezile'den daha güzel bir nimet
olabilir mi? Adamların fikre ve düşünceye verdikleri emek ortada. Sövüp saymayı
da tercih edebilirsin, sana olan katkısını dönüştürmeyi de. Tercih senin.
Okuduğun "farklı kitabı" insanların görmesinden
korkuyorsun, korkma.
Fikirlerini toparlayamamaktan korkuyorsun, korkma.
Zira ilim ancak cesurların altından kalkabileceği bir
ağırlıktadır.
Hep aynı görüşleri okumaktansa, hiç okumamak evladır.
Aklın, tefekkürün ve karşılaştırmanın eşlik etmediği bir
okuma, sahibine ancak "katılık, yobazlık ve bağnazlık" katar.
Bize de "o" lazım değil.
"Eleştirel okuma" diye bir şey var ve bu yaşamın
çok erken yıllarında kazanılan bir meleke.
Ben, annemin yada babamın alimlerden bir âlimi,
hocalardan bir hocayı, kitaplardan bir kitabı, -diğerlerini tamamen diskalifiye
edecek şekilde- övdüklerini ve yücelttiklerini, onu hatadan muaf kabul ettiklerini
görmedim.
Bu durum bizi, karşılaştığımız farklı yada yeni kitaplar,
fikirler ve insanlarla ilgili "korumacı ve savunmacı" bir refleksten
kısmen alıkoydu. Büyüdükçe gelişen bir merak ve araştırma hissi ailemiz
tarafından kabul görmüştü.
Şimdi çocuklarımla kitap okurken, bir şey izlerken onlara
da bu "eleştirel ve esnek" bakış açısını kazandırmaya gayret
ediyorum. "Kahramanı çok sevdik ama sence bu yaptığı doğru mu? Sen olsan
başka bir yol bulur muydun? gibi sorularla, onları düşünmeye teşvik ediyorum.
Ve hayatta "katıksız kötü yada katıksız iyi" diye bir şey olmadığını,
her kötünün iyilik ve her iyinin de kötülük potansiyeli olduğunu anlatıyorum.
Bunların ötesinde "farklılık" denilen bir şey
de var. Doğrular çeşit çeşit olabilir ama senin hayat hikayene uygun değildir
mesela, senin aile ortamına, çevrene, yapı ve karakterine. O halde o bir tek
doğru için tepinmeye lüzum var mı? Sana uygun doğruyu hiç de kompleks yapmadan
bulabilirsin.
Eleştirel okumayı "çamur atmakla" karıştıranlar
var. Gördüğü her farklılığa hiç tanımadan, bilmeden leke sürmeyi dinine ve
geleneğine bağlılık zannedenler var. Bana göre cahillik ve yobazlıktan başka
bir şey değil bu.
Çocuklarım bugün "Allah'ın (hâşâ) tuvalete gidip
gitmediğini" sorduklarında onlara gülümseyerek cevap verebiliyorum
elhamdülillah. Yarın din ve hayat algımla ilgili başka bir uç görüşü dile
getirdiklerinde de cin çarpmışa dönmemeyi, bunu araştırmayı ve konuşmayı
önerebilmeyi bütün kalbimle diliyorum.
Benim konuşamayacağım ve masaya yatıramayacağım hiçbir
düşüncem yok.
İmam Malik (rh.)'in de söylediği gibi "Şu kabrin
sahibi olan Rasulullah'ın dışında herkesin görüşü kabul edilir yahut
reddedilir."
Kaldı ki Kuran'ın yorumunda veya sahih hadisin
anlaşılmasında dahi ihtilaflar yaşıyoruz. Bunlar güzelliktir, genişliktir,
rahmettir.
Sözlerimin gönlüne dokunduğu bir kardeşim varsa, Allah
için rica ediyorum; kardeşlerimizi yorum ve anlayış farklılıklarından dolayı
ötekileştirmeyelim.
Yahu el-alemin gavurundan, kafirinden bahsetmiyoruz.
Allah için alnı secdeye varan kardeşlerimizden bahsediyoruz.
Gönlümüz bu kadar mı dar?
Allah'ın rahmeti elimizde olsa "bizden"
gayrısına koklatmayacak kadar çorak mı kalplerimiz?
Ummu Reyhane
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder