
KİTAP OKUMA SEVDAMIZ
Biz küçüktük.. Bir ara babam maddi sıkıntı içindeydi.. O kış
kömür alabilmek için başta Diyanet İslam Ansiklopedisi olmak üzere bazı kaynak
kitapları satmak zorunda kalmıştı..
Kütüphaneye hep beraber gitmiştik, babam kitapları raftan
alıp anneme veriyor, annem kolilere yerleştiriyordu.. Sanki bir ölüm sessizliği
sarmıştı etrafı.. Hiçbirimizin sesi çıkmıyordu..
Babamın o günkü hüznünü, annemin sessizce kitapları toparlayışını
asla unutamam.. Uzun zaman kitapların alındığı raflar, sanki yaşanılanlar unutulmasın
diye bomboş kalmıştı..
Annemin “Çocukların ders çalışmalarını nasıl sağlayacağım?
Onlara kitap okumayı nasıl sevdireceğim?” diye bir derdi hiç olmamış..
Doğumlarımızda bile kitapların anısı var: Soğuk bir kış günü
küçük bir ilçede, doğmama yardımcı olan ebe hanıma para yerine bir poşet kitap
vermiş babam..
Babaannem bizi ziyaret edip de eve döndüğünde dedeme
yakınmış gelininin arkasından; “Hiç sesi çıkmıyor o çocukların, annesi elinde
kitapla bir köşeye oturmuş, babası elinde kitapla diğer köşeye, yazık çocuklar
kendi kendine duruyor” diye..
Hasılı kelam; kitapların içinde bir çocukluk geçirmişiz..
Haliyle kitap okumak da en büyük tutkumuz olmuş..
Tabii böyle bir durumda her şey dört dörtlük, anne-baba
gayet memnun diye düşünmeyin.. “Her şeyin fazlası zarar” hesabı, belli bir
zamandan sonra artık kitapları bir kenara bırakmamız isteniyordu..
Akşam annem
ışıkları kapattığında, kitap okumaya devam edebilmek için farklı farklı çareler
üretmek durumunda kaldık.. Abimle bakkaldan gizli gizli mum alıyorduk ilk
zamanlar.. Ama annem, üzerimizi örtmek için geceleri odaya girdiğinde sönmüş
mumun kokusu hemen belli oluyor ve yakayı ele veriyorduk.. Sonraları masa
lambası kullanmaya başladık, onun da ışığı etrafı tamamen kaplamasın diye
lambanın üzerini bir tülbentle kamufle ediyor, ışığı azaltıyorduk..
Gece saat üçlere kadar soluksuz okuduğumuz romanları, roman
okurken gayri ihtiyarı kaç kilo yediğimizi fark etmediğimiz mandalinaları,
sobanın çıtırtısını, annemlerin odasının kapısı her açıldığında yorganların altına
saklanışımızı hiç unutamam..
Sonra sabah namazında kalkıp bir daha yatmazken ve kahvaltı
hazırlamak için anneme yardım ederken arada gidip yüzümüzü yıkamamızı, uykulu
olduğumuzu hissettirmemek için türlü türlü numaralar yapışımızı..
Soluğu göz doktorlarında alıp da artık “dört göz” sıfatına
erişince, babam doktor amcaya; “Çok kitap okuyorlar doktor bey, gece-gündüz dur
durak bilmiyorlar, göz nasıl dayansın bunlara?” demişti.. Doktor da; “Yok,
miyop gözlerin kitap okumakla bir ilgisi yok, okusunlar daha ne istiyorsunuz? Bende
de var iki tane oğlan, iki satır okusunlar diye özel hocalara para sayıyorum
ama nafile” diye cevap verdiğinde dünyalar bizim olmuş, anneme gelir gelmez
doktorun sözlerini ballandıra ballandıra anlatmıştık..
Artık kitap okuma sevdamız, bilimsel ve tıbbi gerçekler
tarafından da onaylanmıştı..
Bu arada kitap okumamızın altında yatan en büyük nedeni
söylemeden geçmek istemiyorum; hiç televizyonumuz olmamıştı bizim..
Evimize gelen misafirler televizyonumuzun olmadığını
gördüklerinde; “Canları sıkılmıyor mu çocukların?” diye soruyorlardı..
“Can sıkılmak, can-ı sıkılmak”
Annemin en sevmediği sözlerden biri buydu sanırım.. Daima “Boş
duranı Allah sevmez” derdi..
Biraz büyüdüğümüzde; “Kim demiş bunu? Ayet mi?
Hadis mi?” diye itiraz edecek olsak hemen İnşirah suresinin ayetlerini okur ve “’Bir
işi bitirince hemen başka bir işe koyul’ buyurmuş Allah’ımız, buna göre
tabii ki boş duranı sevmez” derdi..
Doğruydu da, boş duran kimseyi bir zaman sonra batıl
meşgaleler istila ediyordu..
Ders çalıştığımız ve kitap okuduğumuz zamanlar dışında bizi
sürekli bir şeylerle meşgul etmeyi adet haline getiren annem, sadece bir işle
meşgul olmamızla da yetinmezdi..
Mutfakta yemek hazırlığı gibi işler yaptığımızda mutlaka
radyodan bir ders açar yahut okuduğu bir şeyi anlatır, bize bir şey sorar, en
olmadı son ezberlediği sureyi defalarca dinletir; “Bu sefer yanlışsız olacak”
diye kimi zaman da bezdirirdi..
Onun için; “Cennete bi gitsem boş boş oturcam” diyen
sevgili kardeşimi burada tebessümle anmadan geçemiyorum..
Bunca işin, telaşenin, yoğunluğun arasında “canı sıkılmak”
gibi bir kavram bizim dünyamızda hiç olmadı elhamdülillah..
“Televizyonumuz olsaydı keşke, şimdi oturur bi şeyler
izlerdik” diye düşündüğümüzü de hiç hatırlamıyorum..
Televizyon bir alışkanlıktır.. İleriki zamanlarda ise
bağımlılık yapar..
Bu alışkanlığı hiç bilmeyen insanların bağımlı olmaları da
elbette düşünülemez..
Bizler televizyonun icadından habersiz, hiç televizyon görmemiş
çocuklar değildik.. Komşularımız ve akrabalarımız elbette televizyonlu evlerde
yaşıyorlardı.. Onlara gittiğimizde küçük yaşlarımızda “içine düşercesine”
televizyon izlediğimiz de oldu..
Böyle zamanlarda; “Güya siz evinize sokmuyorsunuz, çocuklar
nasıl içine düşüyorlar televizyonun. Bizim çocuklar hiç aramıyorlar baksanıza”
diyen hanım teyzelere annemin tek cevabı vardı:
“Her gün zehirlenmekle bir kere zehirlenmek arasında çok fark
var.”
Gerçekten de öyleydi.. Küçükken misafirliklerde televizyonun
içine düşen bizler, büyüdüğümüzde artık hiç o tarafa dönüp bakmazken, televizyonlu
teyzelerin çocukları diziler takip eder, programlar kovalar hale gelmişlerdi..
Bir de gözlerinde ilginç bir boş vermişlik, tuhaf bir
bezginlik vardı.. Sanki bu hayatta, bu evde değil de, falan dizinin veya filmin
içinde yaşıyor gibiydiler..
Konuşma tarzları değişmişti televizyonlu çocukların.. Bizim
kültürümüzle yakından uzaktan alakası olmayan saç modelleri, kıyafet çeşitleri
icat etmişlerdi.. Hemen hemen hepsi anne-babasıyla çok ciddi çatışmalar
yaşıyordu..
Mesela kuzenimiz sinirlendiğinde masa örtüsünü çekiyor, cam
kırıyor, vazo fırlatıyordu.. Sonraları gayr-i ihtiyari birkaç kez televizyon
dizisinde sinirlenme sahnelerini gördüğümde bu duruma hiç şaşırmamam
gerektiğini anlamıştım..
Vücut dilleri, mimikleri, reaksiyonları, tepkileri
bambaşkaydı.. Kötü taklit ve yapmacıklık onları mahvetmiş, kendilerine kendilerini,
asıllarını ve kültürlerini unutturmuştu..
Onlar elimizden düşürmediğimiz kitapları bir kez olsun merak
bile etmemişlerdi..
Biz fikir konuşurken, gerçek dertlerle uğraşırken onlar
boy-poslarıyla, sivilceleriyle, dudaklarıyla, giysileriyle oynaşıyorlardı..
Zamanla artık aynı ortamlarda oturamaz, konuşacak tek bir
ortak şey dahi bulamaz olmuştuk..
“Hafta sonu birkaç saat vaktiniz olur mu? Bizim kızla biraz
ilgilenseniz, iyice zıvanadan çıktı” diyen televizyonlu hanım teyzelere artık
yapabileceğimiz hiçbir yardım kalmamıştı..
NE YAPMALI?
1-Kitapsever bir çocuk yetiştirmek istiyorsak, her
şeyden önce kendimiz kitaplarla dost olmalıyız.. Bir babanın kitaplığını
sevgiyle seyretmesi, bir annenin kitaplarını özenle sevip okşayıp rafa
kaldırması, her fırsatta eline alıp okuması daha bebekliğinden itibaren çocuğa “kitap
sevgisi” aşılar.
2-Anne-babalar, kitap okumak gibi çok önemli bir işi
mutlaka çocuklarının gözleri önünde yapmalılar. Çocuklar uyuduktan sonra veya okula gittikten
sonra değil.. Kitap, hayatın her anında mutlaka var olmalı ki, çocuk işin
ciddiyetinin farkına varsın..
3-Televizyon, kitapların en büyük düşmanıdır.. Evinin
ilim, irfan, kültür ve ahlak yuvası olmasını isteyen anne-babalar, bu zararlı
aleti mümkünse evlerine hiç kabul etmemelidirler.
Ummu Reyhane
Şimdilerde televizyon tek tehlike değil ki.Bilgisayarlar,tabletler,cep telefonları..Kendimiz uzak kalamazken çocuklarımızı uzak tutmayı nasıl becereceğiz.Bizim evimizde tv yok.(Benim ısrarımla) Eşim ne yazık ki kitap okumayı sevmediği için bütün akşam cep telefonuna kilitlenir.Ben çalışan bir anne olduğum için akşamları oğlumla mı ilgileneyim,evimle mi ilgileneyim,kitap mı okuyayım? Aaahhh,ahhh,o kadar zor ki herşey,yaşadıkça ümitsizliğim artıyor benim.
YanıtlaSilHaklısınız kardeşim, yazı dizisi sizin bahsettiğiniz diğer tehlikelere değinerek devam edecek inş. Allah yardımcınız olsun..
SilÇocukları başka bir devirde yaşarmış gibi tv teknoloji yokmuş gibi yetiştirmek de tam doğru olduğunu sanmıyorum Hz.Ali(r.a) Çocukları yaşayacaklari zamana göre yetiştirin demesi bize yol gösterebilir ..herseyin fazlası zarar..sanırım ayarını iyi yapmak lazım mesela haftanın bir gününü kitap okuma günü bir gününü akrabaları ziyaret bir gününü hadis öğrenme günü gibi vs planlayabiliriz..hikaye çok güzel ama gerçekten bu zamanin yaşantısı ile bağlantısı az..okuyan kendini sudan çıkmış balığa tamamen başarısız anne baba olarak düşünebilir ..denge gerek.
YanıtlaSilSevgili kardeşim, Hz. Ali'nin bahsettiğiniz sözünün yanlış anlaşıldığını düşünüyorum.. Çocuklarımızı elbette tekneloji yokmuş gibi yetiştirmeyeceğiz ama "çağa göre eğitmek" yanılgısına kapılarak da çağın tuzaklarına kaptırmayacağız.
Silİslam tarihinin önderlerine, alimlerine, önemli şahsiyetlerine şöyle bir bakın; hiç birisi çağına uyan olmamıştır. Tam tersine o şahsiyetler, çağın imkanlarını kullanarak çağı aşmış, çağ kapatmış, çağ atlatmış kimselerdir..
Bugün İslami hassasiyeti olmayan fakat çocuğunun zihinsel-sosyal gelişimini önemseyen anne-babalar bile evlerine televizyon almamakta diretiyorlar. Halbuki bizim bunların üzerinde bir de İslami hassasiyetlerimiz var.
Son olarak, bu bölümde anlattığımız hiçbir şey hikaye değildir.. Hepsi sizin çocukluğunuz kadar gerçek bizim çocukluğumuzun hatıraları..
Bizi o şekilde yetiştiren anne-babalarımızın bizi çağ dışı bıraktığını, bunun eğitimde uygulanmasının zor olduğunu asla düşünmüyoruz. Şu an kendi çocuklarımızı da televizyonsuz fakat çağın çocuklarına göre çok daha duyarlı, sosyal ve zeki yetiştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Allah'a hamd olsun..
Bütün bir yazı içerisinde kitapların satılmasına takıldım.
YanıtlaSilEvvel zaman içinde, bir Şubat ertesinde, vakitsiz misafirler öncesi, evde tek başıma -aceleyle,titreyerek- sakıncalı yayın! tespit edip, mahalleli görmeden çöpe attığımı hatırladım da..
Kitapla ayrılığın her türlüsü zor.Allah yaşatmasın. "Kitaba verilen paraya acıyorum" diyenlere de akıl fikir versin.
Kitaplardan başka para edecek hiçbir şeyimiz yoktu çünkü. Mobilyaların, makinaların ve daha başka şeylerin olmadığı bir evde eskimiş halı ve minderleri satacak değildik..
SilSakıncalı yayın olayını da çok iyi bilirim :) az kitap gitmemişti o dönemler.. az saklı isyan şiirleri yazmamıştık..
Sevgili Müslüman anne,
SilBana bu kalbiniz kadar temiz sayfayı ayırdığınız için teşekkür ederim :)
"Kitapların satılmasına takıldım" derken yanlış anlaşılmadım umarım :( Üzülüp, orada takılıp kaldım; yazının ana fikrinden koptum demek istemiştim.
Kusurumuzu af kabilinden kabul ediniz :
"İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında"
estağfirullah kardeşim, allah razı olsun :)
Silo zamanlar aynı hikayenin bir başka şehirde yaşayan çocuğu olarak, gözlerim dolarak okudum yazıyı..
YanıtlaSilGece geç vakitlerde, en ufak bir seste 'annemin hala yatmadınız mı? diye tatlı- sert sitemine uğramamak için ışığı hızla kapatıp, nasıl uyuma taklidi yaptığımız zamanlar geldi aklıma.. Önce hikayeler, romanlar, sonra sırasıyla fikir kitapları, kocaman ciltli hadis, tefsir, siyer külliyatları, ansiklopediler, yücelere kurulmuş aceleci hayaller... ve şimdi de art arda gelen bebekler uyutmuyor bizleri..:) Rabbim kabul olunacak ammeller kılsın, hepimize lutfettiği güzellikleri. Allah razı olsun kardeşim, güzel hatırlatmaların için. Çok şey değişti belki ama, yavrularımızın zaman bilinciyle kuşanan, güzel ahlaklı, alimlerden olmasında katkısı olur bu güzelliklerin diye umut ediyorum. Rabbim samimiyetle yapılan çalışmaları, atılan tohumları asla zayi etmez. Selam ve dua ile..
"Şu kitabı mutlaka okumalısın" muhabbetlerimizi, senede sadece birkaç kez görüşebildiğimizde, birbirimize sunduğumuz en değerli hediyenin de kitaplar olduğunu nasıl unuturum dostum?.. Sevgilerimle..
Sil(Ummu Abdullah)
Cazakalllahu Hayr. Iman ettigim donemler geldi aklima ailem bize kitabi sevdirmedi evimitzde bir tane
YanıtlaSilMealli kuran vardi Ona ne zaman yaklasmak istesem cocukken gunahkar kizim elleme derlerdi yada bize gunahin ne oldugunu anlatmazlar basini kapat Oyle al derlerdi. Bende 16yasima kadar ise yaramaz insani yoldan cikartan okul kitaplari okurdum uydyrulmus Peri hikayeleri iste. allaha hand olsun islamla tanistiktan sonra islerin seyri degisti Tabi once romanlar okurdum sabahlara kadar Islam in vermis oldugu guzel nimet Olsa gerek bi gunde bazen iki kitalda Roman bitirirdim kendimi bulurdum icinde saklanirdim yorganin icine cok okuyorum diye laf etmesinler diye pencereden gelen oraya yansiyan aksam isiklariyla sogukta ellerim titrer okurdum sonra fikir kitpalarina gectim buyuk heyecanla simdi evimin bi r duvari kutuphane . Onlara baktikca bana huzur veriyor evlenirken annem ceyiz yap derdi bende benim en buyuk hazine olan ceyizlerim kitaplardi derdim velhasil Allah in bize ilk oku emrine muahatap olup salih amel islemeyi nasip etsin . Amin
Kusura bakmayin bi onceki paylasima yorum yapmistim yayinlanmadi acaba size ulasmadimi yoksa yanlis oldugu icinmi yayinlamadiniz. Selamatle
Reklam içeren yorumları yayınlamıyoruz kardeşim.. Bundan dolayı yorumunuz yayınlanmadı.. Selametle..
SilAnladim insaallah hakkinizi helal edin.selametle
YanıtlaSilBu yazi beni sımsıkı sardı, şöyle bi tutu ardından silkeledi de silkeledi....
YanıtlaSilBen de gece gündüz, otobüste ayakta, yürürken köyde agac dalinda kitap okuyanlardandim. Ilk çocuguma her akşam yatmadan ve hiç aksatmadan kitap okudum ve benim elimde de hep kitap dergi vs. vardi. ama ikinciden ve saglik problemlerimden sonra çok boşladim. Ikincide ilk çocugumda olduğu gibi her akşam okuyamadim ya da kendim üçüncu satirdan sonra uyuyakaldim...
Şöyle bi çözüm buldum, kitap okuyamadigim zamanlarda; onlari yatirdiğimda ya masal ya sesli kitap ya da Kuran vs... Cd sini açiyorum dinleyerek uyuyorlar.
Bir de şunu eklemek istiyorum büyüğüm yatmadan önce iki dk için bile olsa gidip kütüphanesinden bir kitap aliyor ya resimlerine bakiyor ya da okumaya çalişiyor....
huh.gidiyim de biraz kitap okuyum ^_^
YanıtlaSil